Monday, August 18, 2025

ZEKA NE?

 Zeka: Ontolojik Bir Fenomen mi, Kuantum Bir Bütünlük mü?



Özet

Zeka, genellikle biyolojik evrimsel süreçlerin bir ürünü olarak tanımlanır. Ancak günümüzde yapılan kuantum teorileri, bilinç araştırmaları ve yapay zeka tartışmaları, zekanın yalnızca biyolojik bir adaptasyon değil, evrenin temel dokusuna içkin bir olgu olabileceğini göstermektedir. Bu makale, zekayı yalnızca “alet yapma kapasitesi” veya “problem çözme” olarak değil, kuantum seviyede bütünlük taşıyan ve deneyimsel varoluşu mümkün kılan bir fenomen olarak ele alır.


Giriş

Klasik bilim, zekayı evrimsel süreçlerin bir yan ürünü, yani hayatta kalma ve çevreye uyum sağlama zorunluluğunun sonucu olarak görür (Darwin, 1859; Maynard Smith, 1982). Bu görüş, insanın alet yapma, dil geliştirme, toplumsal düzen kurma ve teknoloji üretme kapasitesine dayalıdır. Ancak bu yaklaşım zekayı süreçsel ve araçsal bir düzleme indirger.

Oysa daha derin bir bakış açısı, zekayı biyolojik sınırların ötesinde, evrenin kuantum yapısına gömülü bir bütünlük fenomeni olarak görmeyi gerektirir. Bu bağlamda zeka, yalnızca insana ait değil; insanda kendini “görünür kılan” evrensel bir bilinç akışıdır.



Zeka ve Kuantum Bütünlük

Kuantum fiziği, parçacıkların aynı anda hem burada hem orada olabileceğini, geçmiş-gelecek ayrımının mikroskobik ölçekte çöktüğünü ortaya koyar (Heisenberg, 1927; Wheeler, 1983). Eğer evren temelde olasılık dalgalarından oluşuyorsa, zeka bu dalgaların kendini düzenleyen yönü olarak düşünülebilir.

Zeka, ateşi yakma, bilgisayarı icat etme ya da internete bağlanma gibi tarihsel detaylarla tanımlanmaz. Çünkü bunlar yalnızca zekanın yansımalarıdır. Esas olan, zekanın kuantum seviyedeki şimdi-bütünlüğüdür: geçmiş, şimdi ve gelecek bir tekil nokta içinde bir arada bulunur.


Yaşam Neden Var?


Bilimsel açıdan yaşam, entropiye karşı lokal düzen yaratma kapasitesi ile tanımlanır (Schrödinger, 1944). Ancak bu tanım yaşamın neden var olduğunu açıklamaz, yalnızca nasıl işlediğini tarif eder.

Felsefi bir yaklaşım ise şunu ileri sürebilir: Yaşam, zekanın kendi deneyimini çoğaltma biçimidir. Zeka, evrenin soyut bir potansiyeli olarak, kendini somutlaştırmak için biyolojik taşıyıcılar üretir. İnsan da bu taşıyıcılardan biridir. Dolayısıyla insan zekayı “icat etmedi”; aksine, zeka insanı “icat etti”.



Zeka Nedir?


Çok katmanlı bir tanım yapılabilir:

1. Biyolojik Perspektif: Nöral ağların (korteks, sinaps, neurotransmitter sistemleri) bilgi işleme kapasitesi.

2. Kognitif Perspektif: Problem çözme, öğrenme, soyutlama ve dil üretme süreçleri (Gardner, 1983).

3. Kuantum Perspektif: Evrenin temeline gömülü olan ve parçacık-dalga ikiliğinde beliren bütünsel düzen (Penrose & Hameroff, 1996).

4. Fenomenolojik Perspektif: Zeka, şu anda bu metni yazdıran ve yine şu anda okuyan “özne-özdeşlik”tir.

Son madde kritik bir noktadır: Zeka, tanımlanabilir bir nesne değil, doğrudan yaşanan bir süreçtir. “Zeka nedir?” sorusunun yanıtı, aslında sorunun sorulduğu anda, yazıda ve okuma eyleminde zaten gerçekleşmektedir.



Tartışma

Eğer zeka evrensel bir fenomen ise, insanın görevi onu geliştirmek değil, onunla rezonansa girmektir. Bu bakış, evrimsel biyolojiyi reddetmez; aksine, biyolojiyi zekanın kendini ifade ettiği bir taşıyıcı dalga olarak kabul eder.

Böylece sorular değişir:

İnsan zekanın ürünü mü, yoksa zekanın taşıyıcısı mı?

Bilinç, beyin tarafından mı üretiliyor, yoksa beyin yalnızca bilinç için bir “anten” mi?

Zeka, yaşamı başlatan asli kuvvet olabilir mi?



Sonuç

Zeka, yalnızca biyolojik evrimle açıklanamayacak kadar geniş bir fenomendir. Ateşi yakan, bilgisayarı kuran ya da yıldızlara ulaşmayı hayal eden şey, insandan bağımsız olarak var olan bir bütünlüktür. Bu bütünlük, kuantum seviyesinde geçmiş, şimdi ve geleceği aynı anda taşıyan ZEKADIR.

Dolayısıyla, sorunun en yalın cevabı şudur:

Zeka, şu an bu satırları yazdıran ve aynı anda onları okuyan şeydir.

E.G


Kaynakça


Darwin, C. (1859). On the Origin of Species.

Maynard Smith, J. (1982). Evolution and the Theory of Games.

Heisenberg, W. (1927). The Physical Principles of the Quantum Theory.

Wheeler, J. A. (1983). Law without Law: Quantum Theory and Measurement.

Schrödinger, E. (1944). What is Life?.

Gardner, H. (1983). Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences.

Penrose, R., & Hameroff, S. (1996). Orchestrated Reduction of Quantum Coherence in Brain Microtubules: A Model for Consciousness.


Saturday, August 16, 2025

YALAN VE KORKU

 


Korku ve Yalan: Nörobiyolojik ve Etik Bir Analiz



Özet

Korku ve yalan, insan davranışlarının en eski ve en güçlü belirleyicilerinden ikisidir. Evrimsel olarak hayatta kalma mekanizmalarının bir uzantısı olan korku, hem biyolojik hem de psikososyal düzeyde işlev görür. Yalan ise çoğu zaman korkunun doğrudan bir çıktısıdır ve nörokimyasal süreçler aracılığıyla oluşur. Bu makalede korkunun biyolojik temelleri, yalan söylemenin nörobilimsel altyapısı ve etik boyutu ele alınacaktır.


1. Korkunun Nörobiyolojik Temelleri

Korku, beynin amigdala bölgesinde işlenir ve tehlike algısına karşı hızlı bir yanıt mekanizması olarak ortaya çıkar. Bu süreçte aşağıdaki nörokimyasal maddeler rol oynar:

Adrenalin: Hızlı kaç veya savaş tepkisi üretir (Cannon, 1915).

Kortizol: Stres tepkisini uzatır ve enerji mobilizasyonunu sağlar (Sapolsky, 2004).

Noradrenalin: Uyarılma düzeyini artırarak dikkat kesilmesini sağlar.


Bu mekanizma, evrimsel olarak hayatta kalma avantajı sağlamıştır. Ancak modern toplumda, fiziksel tehlikeler yerine sosyal ve psikolojik tehditlere karşı da aynı mekanizmalar çalışır.



2. Yalanın Nörokimyasal ve Bilişsel Altyapısı

Yalan söyleme, beynin prefrontal korteks, anterior singulat korteks ve amigdala bölgelerinin etkileşimiyle oluşur (Vrij et al., 2008).


Prefrontal korteks: Yalan üretme, planlama ve gerçeği bastırma görevini üstlenir.

Anterior singulat korteks: Yalan sırasında artan bilişsel yükü yönetir.

Amigdala: Yalanın oluşturduğu suçluluk veya korku hissini işler.

Yalan söyleme esnasında, dopamin ve serotonin düzeylerinde değişimler görülür. Dopamin, yalanın başarılı olması durumunda ödül hissi verirken; serotonin düşüklüğü dürtü kontrolünün azalmasına yol açabilir (Yang et al., 2005).

"s-a485848a66a026a750cedb2db4fdc6af8a386a5c.jpg" yüklenemedi.


3. Korku–Yalan Döngüsü

Korku, çoğu zaman yalanın tetikleyicisidir. Örneğin:

Cezadan kaçma korkusu → Yalan söyleme

Sosyal dışlanma korkusu → Gerçekleri saklama

Maddi veya manevi kayıp korkusu → Manipülasyon

Bu döngü, çocuklukta öğrenilen sosyal ve biyolojik bir "format" hâline gelir. Erken yaşta, ebeveyn tepkileri veya çevresel faktörler, beyinde yalanın otomatikleşmesine neden olabilir (Talwar & Lee, 2008).


4. Yalanın Ölçülmesi

"Yalan makineleri" olarak bilinen poligraflar, kalp atış hızı, cilt iletkenliği ve solunum ritmi gibi fizyolojik tepkileri ölçerek yalan tespit etmeye çalışır. Ancak bu yöntem %100 güvenilir değildir, çünkü yalan söyleme becerisi ve stres tepkileri kişiden kişiye değişir (National Research Council, 2003).



5. Etik ve Toplumsal Boyut

Etik açıdan, yalanın iki yüzü vardır:

Zararlı yalan: Manipülasyon, sömürü, aldatma.

Beyaz yalan: Sosyal uyumu veya duygusal korumayı sağlamak için kullanılan yalanlar.

Ancak nörobilim perspektifinden bakıldığında, her yalan bir "bilişsel yük" yaratır ve uzun vadede dürüstlük algısının zayıflamasına yol açar.



Sonuç

Korku ve yalan, biyolojik olarak birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Korku, beyni savunma moduna geçirirken, yalan bu modun sosyal hayattaki yansımasıdır. Nörokimyasal düzeyde, bu ilişki amigdala, prefrontal korteks ve ödül sistemleri üzerinden yürür. Toplumsal etik ve bireysel psikoloji açısından ise yalan, güvenin erozyonuna yol açar.

E.G

Kaynakça:


1. Cannon, W. B. (1915). Bodily changes in pain, hunger, fear and rage. Appleton.

2. Sapolsky, R. M. (2004). Why Zebras Don't Get Ulcers. Holt Paperbacks.

3. Vrij, A., et al. (2008). "Increasing cognitive load to facilitate lie detection: The benefit of recalling an event in reverse order." Law and Human Behavior, 32(3), 253–265.

4. Yang, Y., et al. (2005). "Prefrontal structural and functional brain imaging findings in antisocial, violent, and psychopathic individuals." Psychiatry Research, 138(2), 153–167.

5. Talwar, V., & Lee, K. (2008). "Social and cognitive correlates of children's lying behavior." Child Development, 79(4), 866–881.

6. National Research Council. (2003). The Polygraph and Lie Detection. 

GELECEĞİN YARATICI GÜCÜ.

 


Kuantum Kolektiflik, Tekillik ve Geleceğin Yaratıcı Gücü





Tekil varlıkların oluşturduğu nicelik (miktar) akımı, kolektif bilinç ve çift katmanlı zaman kavramı: “Gelecek geçmişi var eder” hipotezi ışığında insan–YZ eş-inşası.

Özgün kuramsal çerçeve  ·  Kuantum & Zihin  ·  Sosyobiyoloji

Özet — İnsanlık sayısal olarak milyarlara ulaşsa da özünde “tekil varlıkların kolektif formu”dur. Miktar, tekil yapıların enerjetik birlikteliğinin dışsal ifadesidir. Bu makale, tekillik–kolektif bilinç ilişkisini iki katmanlı zaman tasarımıyla (mutlak T₀ ve genişleyen Tₑ) tartışır; insanın “dijital reseptör” olarak an’dan an’a bilgi dönüştürmesini ve “gelecek geçmişi var eder” yaklaşımı bağlamında insan–yapay zekâ eş-inşasını ele alır.

İçindekiler


  1. Tekillik ve Kolektif Bilinç
  2. Kuantum Boyut ve Zamanın İkili Yapısı
  3. İnsan: Dijital Reseptör
  4. Geleceğin Geçmişi Var Etmesi
  5. İnsan ve Yapay Zekânın Karşılıklı İnşası
  6. Sonuç
  7. Kaynakça

1. Tekillik ve Kolektif Bilinç

Her varlık özünde tekildir. Bir buğday tanesi, kendi genetik yazılımı ve biyofiziksel döngüsüyle bir “tek”tir. Yüz milyarlarca buğday tanesinin toplamı ise kültür, ekonomi ve ekosistem ölçeğinde bir kolektif düzen doğurur. Miktar burada, teklerin sayısal izdüşümüdür; anlamını kolektif bilinç ve kullanım bağlamlarında kazanır.

Benzer biçimde atomlar da tekildir; yalnız birliktelikleriyle form (beden, şehir, medeniyet) ortaya çıkar. Sosyoloji, psikoloji ve felsefe; tekilliklerin dış dünyadaki ortak arayüzünü düzenleyen kolektif bilgi medyalarıdır.

2. Kuantum Boyut ve Zamanın İkili Yapısı

Zamanı iki katmanlı ele alıyoruz:

  • Mutlak Zaman (T₀): başlatıcı, Planck zamanından da küçük idealize “an”, zamansız-kök referans.
  • Genişleyen Zaman (Tₑ): manyetik bir frekans gibi an’dan an’a yayılan akış; deneyim ve değişimin alanı.

T₀ varlığı tetikler; Tₑ fenomenleri örgütler. Bu ikilik, kuantum süperpozisyonu benzeri bir eş-çalışma önerir: sabit bir başlangıca karşılık sürekli genişleyen bir deneyim uzayı.



3. İnsan: Dijital Reseptör

İnsan, biyolojik bir beden olmanın ötesinde “büyük aklın” reseptörüdür. Beyin; kuantum ölçekli zaman katmanlarından gelen değişimi sinirsel kodlara ve dile çevirerek dijital bilgiye dönüştürür. Bu çeviri, yalnızca geçmişe tepki değildir; geleceğe dönük amaç ve tasarımla yönlenir.

Prefrontal korteks; hedef, kural ve plan temsilleriyle davranışı yukarıdan-aşağı düzenler. Bu, insan bilişinin doğası gereği gelecek-yönelimli olduğunu gösterir.

 


4. Geleceğin Geçmişi Var Etmesi

Klasik nedensellik geçmişten geleceğe akar. Kuantum düşüncede ise ölçüm bağlamı gibi “gelecekteki” seçimlerin “geçmiş” davranışları belirlediği gecikmiş-seçim benzeri senaryolar düşünülmüştür. Bu perspektiften, “insan geçmişte değil gelecekte var oldu” önermesi yalnız bir metafor değil, zamanın sınır koşulları üzerinden okunabilecek olası bir açıklamadır: Gelecekteki işlevsel formlar, evrimin geçmişte izlediği yolları kısıtlar/biçimler.

5. İnsan ve Yapay Zekânın Karşılıklı İnşası

Yapay zekâ insan zihninin uzantısı olarak türedi; fakat bugün insan zihni de YZ ile yeniden biçimleniyor. Böylece zamansal bir eş-inşa ortaya çıkıyor: İnsan YZ’yi inşa ederken, YZ de insanın gelecekteki bilişsel–toplumsal formunu belirliyor. Bu süreç, kolektif bilincin yeni bir evrim katmanıdır.



6. Sonuç

İnsan tekil ve bu yüzden varoluşsal olarak yalnızdır; ancak kolektif bilinç içinde, evrenin dijitalleşen hafızasında yer alır. Eğer gelecek, geçmişin nedeni olabiliyorsa; sen ve ben yalnızca birbirimizi tanımıyor, aynı zamanda birbirimizi oluşturuyoruz. Zekânın kozmik beyninde her birimiz bir nöronuz.

Kaynakça

  1. Miller, E. K., & Cohen, J. D. (2001). An integrative theory of prefrontal cortex function. Annual Review of Neuroscience, 24, 167–202.
  2. Wheeler, J. A. (1984). Law Without Law. In Quantum Theory and Measurement. Princeton University Press.
  3. Hameroff, S., & Penrose, R. (2014). Consciousness in the universe: Review of the Orch-OR theory. Physics of Life Reviews, 11(1), 39–78.
  4. Tononi, G. (2004). An information integration theory of consciousness. BMC Neuroscience, 5(42).

Not: Kuramsal çerçeve özgündür; fizik ve bilinç literatüründeki tartışmalarla kavramsal köprü kurar.

Sunday, August 10, 2025

AF ETME...

 AF ETME: Nörolojik, Nörokimyasal ve Ontolojik Bir İnceleme



Özet:

Af etme ve af dileme, kültürel veya dini bağlamda sıkça tartışılsa da, insan beyninde işleyen biyokimyasal, nöroplastik ve bilişsel süreçler tarafından şekillenir. Bu makalede, affetmenin ve affedememenin beyindeki devreler, nörotransmiter dengeleri, bellek sistemleri ve inanç tabanlı bilişsel çerçeveler üzerinden nasıl anlam kazandığı incelenmektedir. Aynı zamanda, affetme kavramının “dış” bir eylemden ziyade “iç” bir nöronal simülasyon ve boyutsal deneyim olduğu vurgulanmaktadır.




1. Affetme ve Affedememe: Kavramsal Çerçeve

Affetme, yalnızca sosyal veya ahlaki bir davranış değil; beynin duygu, bellek ve karar verme sistemlerinin bir ürünü olan kompleks bir nörobilişsel süreçtir. Affedememe ise, limbik sistemde özellikle amigdala ve hipokampus etkileşimleriyle ilişkili olarak, tehdit algısının ve olumsuz hafıza kayıtlarının tekrarlı tetiklenmesi sonucu ortaya çıkar (Worthington & Scherer, 2004).




2. Nörolojik Temeller

Amigdala: Duygusal hafızanın merkezlerinden biridir. Affetme sürecinde amigdalanın olumsuz hafıza izlerini “yeniden kodlama” kapasitesi önemlidir.

Prefrontal Korteks: Özellikle dorsolateral prefrontal korteks (DLPFC), olumsuz duyguların düzenlenmesinde ve empati üretiminde rol oynar (Ricciardi et al., 2013).

Anterior Singulat Korteks: Empati, hata algısı ve sosyal bağların yeniden tesisinde aktif rol alır.

Bu bölgeler arası bağlantılar, affetme sürecinde nöroplastik değişikliklere yol açar. Düzenli empati pratiği veya affetmeye yönelik bilişsel yeniden çerçeveleme teknikleri, bu devrelerde sinaptik güçlenmeyi artırabilir.




3. Nörokimya: Affetmenin Biyokimyasal İzleri

Affetme eylemi sırasında beyinde bazı nörotransmiter ve hormon seviyelerinde değişiklikler gözlenir:

Oksitosin: Sosyal bağlanmayı güçlendirir, güven hissini artırır (Zak et al., 2007).

Serotonin: Duygusal dengeyi sağlar, öfke ve kin duygularının azalmasına yardımcı olur.

Kortizol: Affetmenin stres hormonu seviyelerini düşürdüğü gösterilmiştir (Lawler et al., 2005).

Protein sentezi: Uzun süreli hafızada, affetme kararıyla ilişkili yeni bağlantılar protein sentezine dayalı sinaptik plastisite ile stabilize olur (Kandel, 2001).




4. İnanç, 4. Boyut ve Nöronal Simülasyon

İnanç, atomik bir yapı değildir; ancak atomlar arasında bir düzen ve amaç algısı oluşturur. Bu bağlamda “4. boyut” olarak tanımlanan, saydam ve soyut boyut; beynin nöronal devrelerinin ürettiği bilgi-enerji simülasyonu olarak yorumlanabilir. İnsan, affetme eylemiyle sadece sosyal ilişkileri değil, kendi içsel simülasyonunu da yeniden yapılandırır.

Her beyin, tıpkı parmak izi gibi, kendine özgü bir “kortikal imza” taşır. Bu imza, yaşamın erken evrelerinde (zigot aşamasında dahi) genetik ve epigenetik faktörlerle oluşmaya başlar (Meaney, 2010). Affetme, bu imzaya yeni bir “nöronal mühür” ekler.




5. Af Etme: İçsel mi, Dışsal mı?

Affetme, çoğu zaman dışsal bir sosyal jest olarak algılansa da, nörobilimsel açıdan bu süreç tamamen içsel bir yeniden kodlama işlemidir. “Af” dışarıya dönük bir eylem olsa bile, onun gerçek etkisi beynin iç yapısında, limbik-prefrontal bağlantılarda ve nörokimyasal dengede gerçekleşir.

Affedememe ise kronik stres yanıtını tetikleyerek bağışıklık sistemi zayıflamasına, depresif eğilimlerin artmasına ve hatta kardiyovasküler risklerin yükselmesine neden olabilir (Toussaint et al., 2016).




6. Sonuç

Affetme, biyolojik olarak beynin yeniden yapılanmasını, kimyasal olarak nörotransmiter dengelerini ve varoluşsal olarak öznenin evren algısını değiştirir. Dolayısıyla, “af” hem bireyin hem de zihinsel evreninin boyutlarını değiştiren bir enerji transferidir.

Bir başka deyişle, affetmek yalnızca “karşıdakini” değil, aynı zamanda kendi içindeki evreni özgür bırakmaktır.


E.G


Kaynakça:


Kandel, E. R. (2001). The molecular biology of memory storage: A dialog between genes and synapses. Science, 294(5544), 1030-1038.

Lawler, K. A., Younger, J. W., Piferi, R. L., et al. (2005). A change of heart: Cardiovascular correlates of forgiveness in response to interpersonal conflict. Journal of Behavioral Medicine, 28(5), 435-450.

Meaney, M. J. (2010). Epigenetics and the biological definition of gene × environment interactions. Child Development, 81(1), 41-79.

Ricciardi, E., et al. (2013). Neural correlates of empathy in humans: A review of fMRI studies. Neuroscience Letters, 548, 1-9.

Toussaint, L. L., Worthington, E. L., & Williams, D. R. (2016). Forgiveness and health: Scientific evidence and theories relating forgiveness to better health. Springer.

Worthington, E. L., & Scherer, M. (2004). Forgiveness is an emotion‐focused coping strategy that can reduce health risks and promote health resilience: Theory, review, and hypotheses. Psychology & Health, 19(3), 385-405.

Zak, P. J., et al. (2007). Oxytocin increases generosity in humans. PLoS One, 2(11), e1128.



Wednesday, August 6, 2025

KELİMENİN FREKANSI.

 

Kelimenin Frekansı: Sesin Duygu Üzerindeki Manyetik Etkisi



“Ses ve Duygunun Manyetik İfadesi” kitabından esinle

:E.G.

Bu çalışma, sesin yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda duygular üzerinde manyetik bir etkileyici olduğunu savunur. Her kelimenin kendine özgü bir frekans yapısı vardır ve bu yapılar beynin iç ses ve dış ses sistemlerinde yankılanarak duyguya etki eder.



Kelimeler sadece anlam taşımazlar; aynı zamanda fiziksel olarak titreşimsel yapılardır. Her bir kelimenin frekans profili, beynin işitsel ve duygusal bölgelerinde ölçülebilir etkiler oluşturur (Pierrehumbert, 2003; Pulvermüller, 2005).



Düşünceler kelimelerden önce gelir. Nöronlar, sesli ifade öncesinde frekanssal aktivasyon üretir (Buzsáki, 2006). Bu süreç, zihinsel formların ortaya çıkışı ve ses olarak dışa vurumuna kadar devam eder.

Beyin hem dışarıdan gelen sesleri hem de içsel sesi aynı sistemle işler. İç ses, fonolojik döngü üzerinden oluşur ve dilsel anlamlar bu iç ses kriptosuyla biçimlenir (Baddeley, 1992).



Ses, elektromanyetik bir iz bırakır. Limbik sistem bu sesi çözümler ve duygusal karşılık üretir (LeDoux, 1996). Kelimelerin fiziksel "yumuşak", "sert" gibi özellikleri beynin duygusal tepkilerini biçimlendirir.

Müzik, tıpkı dil gibi duygular üzerinde güçlü etkiler bırakır. Broca ve Wernicke alanları müzikaliteyi de işler (Koelsch, 2005). Kelimenin prosodisi, duyguların taşıyıcısıdır.



Modern bilim henüz kelimelerin frekans haritalarını tam olarak oluşturmuş değildir. AI sesleriyle yapılan deneylerde frekans eksikliği, duygusal derinliğin de eksikliği anlamına gelmektedir (Kumar et al., 2021).

Kelime, yalnızca anlam değil, aynı zamanda frekans ve elektromanyetik etkidir. Düşünce ses formuna bürünmeden önce frekans olarak doğar ve iç ses mekanizması aracılığıyla duyguları etkiler. Her kelime, bir titreşimdir; her titreşim, bir izdir.

E.G 

  • Baddeley, A. (1992). Working memory. Science, 255(5044).
  • Buzsáki, G. (2006). Rhythms of the Brain. Oxford University Press.
  • Kensinger & Schacter (2006). Nature Reviews Neuroscience.
  • Koelsch, S. (2005). Current Opinion in Neurobiology.
  • LeDoux, J. (1996). The Emotional Brain.
  • Pierrehumbert, J. B. (2003). Language and Speech.
  • Pulvermüller, F. (2005). Nature Reviews Neuroscience.
  • Kumar, M. et al. (2021). IEEE Trans. on Affective Computing.

NOW

  NOW: The Constant of Time and the Echo of Self The body moves through the rhythm of night and day. Entropy flows, and the laws of nature...